2.9.13

Yıldız Tilbe sevmeyen var mı?

Tamam biraz ülker çikolatalı gofret reklamı gibi oldu, kabul ama gerçekten de öyle değil mi? :)
En coolundan en arabeskine, en metalcisinden en klasik müzik severine kadar herkesin içinde biraz Yıldız Tilbe vardır, bence. Neden mi?
Çünkü herkes mutlaka bir kez aşk acısı çekmiştir ve herkesin aşkına uygun bir şarkı bulunur, Yıldız Tilbe'de.
Kadın sanki hepsini yudum yudum yaşamış gibi öyle manidar ve anlamlı ki... Sebepsiz mutsuz musun aç bir Yıldız Tilbe şarkısı vur dibine! Karakteri de yansımış gibi şarkılarının ruhuna, içmeden sarhoş oluyor, insan..
Acıya acıya, ağlaya ağlaya bir şarkıdan diğerine geçiyorsun. Sen de onunla başlayıp onunla bitiriyorsun.
Ne diyor, Yıldızcığım "gün gelir acılar ezberlenir. iyileşir zamanla yaran.."
Her sözde ayrı bir güzellik ayrı bir lezzet bulunuyor.
Bazen bu kadar aşkı nasıl taşımış nasıl dayanmış kalbi diyorum. E o da Yıldız Tilbe farkı galiba.
İşte benim çok sevdiğim tekrar tekrar dinlesem de bıkmadığım şarkıları:

1. Sevemedim Ayrılığı

"Sığınıp anılara geçilmiyor ki uykulara 

Susma çığlık çığlığa dön dayanamıyorum!" 



2. El Adamı
"Yalnızlığın kadınıyım 

Anla beni el adamı.."


3. Sevdanın Tadı
"İnan, inan ki çok üzülürsün 

Kendinsin geç kaldığın 
Unutma, çıkar bir yerden tadı sevdanın"

4. Vazgeçtim

"Vazgeçtim direnişim 

Seni sevmeyi ağır ödüyorum.."

5. Aşk Laftan Anlamaz Ki

"Olsun mu olmasın dert sana uğramasın 

Gitsin de gelmesin bir daha ayrılık hiç."




6. Bir Tek Düşüncem

Biraz ümidim olsa ömür boyu beklerdim..


7. Aşkın Benden de Öte

"Al beni bırakma hiçbir an bile kendime 

Aşkın benden de öte bir yere gidemem ki"



8. Ummadığın Anda


"Şimdi senle hayat rüya düşlerim gerçek 

Sanki ben hiç yaşamadım seni tanıyana dek" 


9. Dayan Yüreğim

"Anlar mı hiç seni 

Yanarak mum gibi, eridiğini. 
Sen aşıksın o 
Kör hevesin kalıcı misafiri."



10. Delikanlım


Finali, özellikle Delikanlım ile yapmak istedim. Bu şarkı bir efsane. 
Sizin en sevdiğiniz Yıldız Tilbe şarkısı hangisi? :)


29.8.13

şanslı biri

Ben mi şanslı biriyim yoksa hepsi birer tesadüf mü bilinmez ama bazen tüm olumsuzlukların içinde tutunulacak iyi şeyler de bulunuyor.
Mesela iş yerim, evime çok çok yakın bir yere taşınıyor. Şans..
Ama aynı zamanda tüm o taşınma evresi, koliler, iş yükü ve stres bir arada.
Yine aynı iş yerim, 30 Ağustos'u da bahane edip şuan içinde bulunduğumuz tüm haftayı tatil ilan ediyor! Bu da hafta sonları ile birlikte koskoca bir 9 gün demek.
Ama şirketler grubunun taşınan kısmında yer aldığım için geçtiğimiz 3 günü çalışarak geçirmem şanstan sayılmıyor..
Pollyanna ben, tüm bu durumları olumlu alıp şuanda içinde bulunduğum 4 günlük tatilime bir şans veriyorum :)
Akşam yatmadan tesadüfen gördüğüm the lucky one yani şanslı biri filmini şuanda izlemiş bulunmaktayım.
Kısacası şuan tatilde ve akşam bu filmi bulmuş olmasaydım izledikten sonra gelip hemen buraya yazma hissim de olmayacaktı. Yani başka bir gün başka bir an belki izleme ihtimalim yine olurdu ama şuan en kıymetli zamanımdayım!
Filme gelince, izlediğim en tatlı, en romantik ve aynı zamanda tüm romantik filmlerin içinden konusuyla sıyrılan bir film. Akıp götüren bir yüz dakika.. Aslında kaderimiz üzerine kurulu. Bizim "kaderde varsa" sözümüz, tam da bu film için söylenmiş.. Gerçek hayatta bu kadarı oluyor mudur hala emin değilim ama kurgusunu izlemek bile umut veriyor. Belki tüm bu şansların içinden biri de bu yazıyı görüp filmi izlemek ister, ben de o şansın bir parçası olurum, kim bilir?

İzlerken print-screen ettiğim bir sahne :)






Vee pek tabii Zac Efron gerçeği de filmi unutulmaz yapmaya yetiyor :)




17.8.13

ben, şimdi, şuanda

böyle bir sabaha uyansam,


uzatsam ayaklarımı, serin sulara


yalnız güneş alsa, gözlerimi


sonra ufku seyre dalsam..


giysem en sevdiğim elbisemi,


sevdiğim adam bana sürpriz yapsa..


çok mu şey istedim :/


peki o zaman.


5.8.13

hayaller

Hayallerimiz olmadan nasıl yaşarız?
Bazen bir kibrit kutusu kadar bazen uçsuz bucaksız, çoğu zaman elle tutulmayan hayallerim var. Bu seferki ise birazcık hatta epey büyük bir hayal.
Kimine göre ulaşılabilir olabilir ama benim şuan için rüyalarımda.
Efendim seneye bu zamanlar, buraya da yazayım ki söz uçar yazı kalır malum, bir arabam olacak! :)
Henüz taze bir sürücü adayından iddialı sözler olsa da hayali bile güzel, sizce de değil mi?
İş hayatında emin adımlarla ilerliyorum, hem hedeflediğim şeyler olursa her şey çok daha kolay olacak benim için. Olmasa bile krediyle araba sahibi olmak bu devirde çok da zor bir şey değil. Bir kere taşın altına soktun mu elini gerisi pamuk ipliği gibi geliyor. Boşa savurduğumuz kim bilir ne kadar liralarımız varken böyle bir sorumluluğun altına girip en azından elle tutulur şeyler sahip olmak mümkün.
Son birkaç aydır serviste, otobüste, minibüste nerede olursam olayım gözüm arabalarda. Önceden ilgimi çekmezken bir anda kıymete bindiler. Acaba şunu mu alsam, aa şu da olabilir diye internetten de sürekli bir araştırma halindeyim. İşte benim seçeneklerim, sizler ne dersiniz:

1. Ford - Fiesta

Bir arkadaşım aklıma soktuğundan beri sadece beyaz bir Fiesta'm olsun istiyorum, başka da bir şeyde gözüm yok :) Bu 2009 model bir Fiesta nasıl da tatlıııı <3


2. Citreon - C3

Bu arabalarda şirin geliyor, gözüme. Yine beyaz olacak ve 2009 modeli makbulumdür :)


3. Renault - Clio

Clioların arka kasasına bayılıyorum. Çok tatlı değil mi ama :)


4. Opel - Corsa

Bir Opel de fena değil hani, Astra'sının 2012 modelini iş yerindeki arkadaşım aldı zaten ben de ondan cesaret buldum ya biraz. Kız 34 binlik borcun altına girdi, gerçi benim gibi tutumsuz değil, biriktirmiş de. Ama olsun bende böyle böyle tutumlu bir kız olacağım :) Çok değil 25bin ile 30bin arası bir arabada gözüm. Bana yeter de artar bile, şimdi arabayı vura kıra parçalama olasılığım da yok değilken yazık etmeyelim :)
Bir de bir de bunun üstü açılanları da var belki param yeter alırım olmaz mı ki, ah hayaller..


5. Chevrolet - Cruze



6. Seat - Leon

Bu arkadaşı özellikle sona sakladım çünkü kendisi benim bütçeme uygun değil ve bir o kadar güzel :(


Tabi insan istiyor ki bir Mini Cooper'ım olsun bir Bmw'm olsun bir Audi'm olsun ama benim olsun. Her şey, hayal etmekle başlıyor. Ben de diyorum ki bir Fiesta'm olsun bana yeter, taa ki bir sonraki adıma kadar.. :)



3.8.13

sevgileri yitirmeden..

Sevmek, sevilmek, hüsran, acı, mutluluk, huzur, hasret, nefret ve keder hepsi mümkün eğer birini seviyorsak.
Birine yıllarını vermek, yollar eskitmek, yollarını beklemek, içinde yalnız onun olduğu hayaller kurmak, olsun diye dualar etmek.. Birine yıllarını vermek, senden çok şey götürüyor. Ve aynı zamanda hayata tutunmayı ve hayatın ta kendisini öğretiyor.
6 yılı devirdik Haziranın sonunda Romeo'mla..
Ve ben geçtiğimiz 6 ay boyunca sancılı zamanlardan geçtim..
Biriyle uzun yıllar birlikte olmak demek, alışkanlık, bağlılık ve sonsuz güven duygusuyla yaşamak demek.
Ama o güven duygusu biraz sarsıldı mı hiçbir taş tekrar yerine oturmuyor.
İnsanız ve her şey insanlar için. Hatalar yapıp dersler çıkarıyoruz.
Bazen sevdiğimize sarılıp unutuyoruz, tüm olanları bazen de başımızı alıp gitmek istiyoruz.
Tüm şehirden, tüm insanlardan uzakta olmak.. Zaten somut olarak uzaklaşamasak da aklımız, kalbimiz bizimle olmuyor. Ben, kalbim ve aklım aylardır buralarda değiliz.
Romeo'm artık benim sevdiğim o insan değildi, uzun zamandır.
Hatalar yaptı, düzeltmek için bir sürü zaman aştı. Ben artık tamamen yitirme noktasına geldiğimde ise benim asıl tanıdığım o insan oluverdi. Hala o kadar şaşkınım ki.. Ve bir o kadar kızgın..
Neden sevdiklerimizi yitirmeden anlamıyoruz, kıymetini..
Neden hep o "son an" gelmeden asıl yapmamız gerekenleri yapmıyoruz?

Öyle sonsuz bir sevgi var ki içimde hepsini vermek için var gücümle uğraşıyorum. Öyle içten, öyle uçsuz seviyorum ki sevdiğim insan bunun birazını bile göremese şüpheye düşüyor. İşte bu da, benim zaafım. Onu o kadar çok alıştırmışım ki sevgiye, ilgiye.. Bunca yıl gözüme görünmemiş aynı şekilde ilgi görmemek. Ya da alışkanlıklar yüzünden her şey monotonlaşmış ve ben kendimi ilgisiz, özen gösterilmeyen biri olarak bulmuşum. "Sana verecek sevgim çok" diyor, bana. Biliyorum beni ne kadar sevdiğini. Ama kadınız ya her an ilgiye muhtacız. Öyle benimsemiş ki beni nasılsa, Eliane benimle, hep benimle kalacak sanmış.. Yeni anladı ne kadar zaman geçerse geçsin sevginin tek başına bir şey ifade etmeyeceğini.. "Seni kaybetmekten çok korkuyorum" diyebilmenin gururla bir ilgisi olmadığını yeni anladı.
Mektuplar yazdı, çiçekler aldı, beni pamuklara sardı.
Şimdi bir kararın, dönemecin eşiğindeyim.
Şimdi ona son bir şans vermenin zamanı.
Ömrümce beni çok sevecek biri daha olmayacak.
Olacaksa o, olsun.
Sana hala ilk günkü gibi gözlerim ışıldayarak bakıyorum, diyor ya ihtiyarlayınca da öyle baksın.
Biz hep sevelim.


26.7.13

aylar sonra..

Aylar geçmiş, bloguma uğramayalı, içimi açmayalı.
Öyle kaptırıyor ki insan hayatın akışına kendini, bırak başka bir sese kendine bile sağır kesiliyor.
Anlatacak çok şey birikti.
Öncelikle yaklaşık üç aydır yeni işimdeyim ve mutluyum.
Çok korkmuştum, diğer iş yerim her ne kadar kötü olsa da bir sürü iyi dostluk kurdum orada,
ayrılınca yeni iş yerimde nasıl olur, ne yaparım diye çok endişelenmiştim ve bir o kadar da dua etmiştim.
Çok şükür istediğim gibi oldu ve bir sürü güzel insan tanıdım. Dostluklar kurdum.
Hayatta en çok sevdiğim şey, dost biriktirmek.
Çünkü ne kadar çok dostun varsa acıyı da mutluluğu da paylaşmak o kadar anlamlı.
Bugün, canımın yandığını bilip yanımda olacak bir sürü insan tanıyorum. Onlar, iyi ki varlar..

En güzeli ise işe girdiğimin ilk ayında yıllık izin kullandım. Tatilimi yaptım abicim ve ablacımla. Maceralarla dolu bir Ege, Akdeniz turu.
Herkes çok şanslı olduğumu söyleyip duruyor, nasıl bir iş yeri ki işe girdiğin ilk ayda sana izin veriyor, diye.
Maşallah deyin diyorum, çok dua ettim :) Kurumsal bir şirket her şeyiyle kendini belli ediyor, sosyal hakları çok iyi tabii zorlukları da yok değil ama ben oldukça rahatım.
Mesela bugün içimden bir şeyler kopup gitti, öyle canım yanıyordu.
İş yerimdeki arkadaşlarımın da desteğiyle izin alıp vurdum kendimi sahile..
Kız Kulesini seyrettim sonra boğazla birlikte derinlere daldım, vapura binip karşıya geçtim. Martılar döndü etrafımda. Huzuru kokladım. Bazen yalnızlık, tek ilaç. Ama artık buralardayım, anlatacaklarımı yazacağım bir bir. Beni merak eden herkese teşekkürler, sizler de iyi ki varsınız..

bugünümün şarkısı..

4.2.13

iş yerimden nefret ediyorum!

Nasıl iç açıcı bir başlık ama!
Hayat tam da 12'den vurdu beni. Ama öyle şans falan yüzüme gülmedi ya da kapılar açılmadı ardım sıra.
Aksine hepsi yüzüme çarpıldı, bir bir. Tam da birini aralayıp içeri girdim, heh ne güzel artık benim de bir işim var, dedim! Ama dedim de ne oldu? Ne aradığım iş ortamı, ne o güzel iş arkadaşlıkları yok, olmadı bulamadım.. Zaten kötü bir başlangıç yapmıştım, devamı da hep öyle gitti. Biraz ben kafamda büyüttüm, biraz onlar üstüne kattı derken içinden çıkılmaz bir hale geldi.. Müdürle kaç kez konuştuğumun, dertlerimi anlattığımın sayısını unuttum. O da zaten bir tarafa dahil gibi görünüp politik davrananlardan hatta bazen fazla yandaş olanlardan. Aslında çok iyi biri ama iş hayatında iyi olmak kimseye bir şey kazandırmıyor. Evet, henüz daha bebek adımlarıyla ilerliyorum, bu yolda. Ama şu kısacık zaman diliminde öğrendiğim bir şey varsa, hayatta da olduğu gibi iyiler, hep kaybediyor! Biraz kötü, acımasız, gaddar olacaksın! İyi niyetten, maraz doğuyor. Samimiyetini suistimal edebilirler, edeceklerdir de. O yüzden herkesle aranda hep bir mesafe olmalı. Bazılarıyla günaydın, iyi akşamlar ve iş dışında muhabbetlere bile girmemek gerekli. Meymenetsiz bir yüz ifadesinden ise bazen günaydın, iyi akşamlar bile demeye gerek kalmıyor. Ama ben o kadar salağım ki o ifadeye rağmen "Günaydın!" diyebiliyorum. Ve o kadar saygılıyım ki "Hanım, Bey" hitapları olmadan konuşmuyorum! Sonra müdür bir gün geliyor, toplantı yapacağız diyor. Toplanıyoruz.. Toplantının gündemi, neymiş bakalım, Eliane ile yıldızının hiçbir zaman barışmayacağı Acuzenin arasının gergin olması! Vay efendim, bizim aramız gerginmiş, tamam başta bir tatsızlık yaşanmış olabilirmiş ama geçmişi unutmalıymışız! Kötülükler öyle kolay unutulmuyor, Müdür Efendi. Kötülerle arkadaş da olunmuyor. Yok iş ortamında böyle gerginlik olmazmış. Yok ben çok sessiz kalıyormuşum, muhabbetlere katılmıyormuşum. Nasıl sinirden titriyorum, bu anlarda bilemezsiniz. Düşününce bile sinirleniyorum! Müdür Efendi'ye gidip dertlerimizi anlatalım sonra gelsin toplantı konusu yapıp masaya koysun. Bu mudur iş ahlakı?
Sonra bir memur bey var, kimseye Allah ego problemi yaşatmasın. Adama bir şey soruyorsun, kuş beyinliymişim gibi ya da okumayı yeni söküyormuşum gibi açıklama yapıyor. Tamamen konunun dışında bir yerden başlayıp esas yere kadar anlatıyor da anlatıyor. Bir de insanlar, sadece kendi bildiklerini doğru sanmıyor mu bittiğim nokta. Sanırsın tek doğru, onlarınki. Adama bir şey söylüyorsun, yok illa dolandıracak kendi dediğinin üstüne basa basa söyleyecek. Bu iş yeri beni boğuyor!!!!!!! Bütün bunlar bir kısmı. Tamam ben biraz sabırsızım, dik kafalıyım, inatçıyım ama çalışkanım, hızlıyım ve işimin gereğini yerine getiriyorum. Daha ne yapmalıyım anlaşılmak, insanlarla anlaşmak için ne yapmalıyım? Her sabah mutlu uyanıp, severek işe gitmenin bir yolu olmalı.. Günlerimi huzurla geçirmenin bir yolu olmalı.. Sanırım insanlara biraz kalp gerek.