30.9.12

işteki ilk gün=kabus!

Nasıl da havalara uçuyordum işe girdim diye değil mi dostlar? Ama ne oldu, işteki ilk günüm bana hayatımın en kabus dolu günlerinden biri olarak döndü. Nasıl mı? Anlatayım.
Sabah güçlükle uyanıp işe doğru yola koyuldum, vardığımda ise beni işe alan ik beyefendiyi bekledim. O, beni masam götürdü, sana işi gösterecek olan kızcağız (ne kızcağız ama!) birazdan gelir, dedi. Müdür de bana oyalanmamı söyledi. Ben de bilgisayarı kurcaladım, hesaplara baktım.
Olaylara başlamadan departmandaki elemanları tanıtmamda fayda var:
1.Kod adı: Çiçeği burnunda müdür.
2.Kod adı: Beli, boynu çökmüş tam bir memur tipli bey.
Bu iki iş arkadaşım benim tarafımdan, ee gruplaşmanın ve dışlamanın olmadığı bir dünya düşünemezdik, değil mi?
ACUZELER TOPLULUĞU
3.Kod adı: Kırmızı kafalı cadı. (İşte insan isminin hakkını nasıl verir, bizzat şahidiyim. Allah düşmanımın başına vermesin böyle iş arkadaşı.)
4.Kod adı: Kendini ordinaryüs profesör sanan özenti kadın. (Hani şu ik beyefendinin kızcağız dediği. Benden uzak Allah'a yakın olsun.)
5.Kod adı: Bunalımlı çingene. (İşte bu tam bir muamma bir iş arkadaşı. 2 günde kendisinin bunalımda ve bir takım obsesif takıntıları olduğuna karar verdiğim insan.)
6.Kod adı: Stajyer öğrenciden bozma mikser. (Kendisi okuldan çıkıp stajını yapmaya geliyor, ama mikser gibi. Ortalığı toplamak yerine karıştırma görevini üstlenmiş ve acuzeler topluluğuna dahil olmuş.)
7.Kod adı: Henüz bilinmiyor. (Adı var kendi yok, onlardan olduğuna göre kötü benim için kötüdür.)

Bu bahsettiğim çok sevgili iş arkadaşlarım yarım ağız "hayırlı olsun" dedikten sonra özenti kadın geldi, kendince önemli arz ettiği işlerini hallettikten sonra bana 15 dk yapacağım işin bir kısmını gösterdi ve dosyayı önüme koydu. Ve sonra başladı kazanlar kaynamaya. Bu özenti kadın, sonradan idrak ettiğim üzere gidip birilerinden benim maaşımı öğrendi. Sonra gelip kırmızı kafalı cadı ile konuştu, bu önemli durumu. Ve öğlene kadar sürekli olarak benim yanımda benim hakkımda konuşmaya devam ettiler! Benim işi bilmememden, maaşımın fazla olduğunu düşünmelerinden tutun da beni istememelerine, dışlamalarına kadar süren berbat birkaç saat geçirdim. Zaten altı üstü 15 dk gösterdiği işi de eksik yapmışım. Bir şey soracağım, bu aptalca tutumları yüzünden soramıyorum. Saat 13:00'te yemeğe çıkmak üzereyken yaptığım işlere baktı ve  bunların hepsi yanlış deyip önüme koydu. Yine yarım ağız birlikte çıktığımız yemekte, asansördeyken hala benim yanımda benim hakkımda konuşuyorlardı. Yemek için sıra beklerken de bu özenti kadın, koşa koşa müdürün yanına gitti. E niçin gitti, tabii ki beni kötülemeye. O yemeği nasıl yiyip masadan kalktığımı bilmiyorum. Yemek yemek için çıktığımız 2. kata gidiş de biraz farklı yollardandı. Ben o labirent gibi yerin içinde kayboldum, çıkışı bulamadım. Neyse ki birini görüp sorup kendimi masama atabildim. 10 dk sonra da bu acuzeler topluluğu geldi. Özenti kadın ile kırmızı kafalı cadı soluğu ik beyefendinin odasında bulmuşlardı, bile. Muhasebe departmanı ile insan kaynakları karşı karşıya olduğu ve her yer cam olduğu için görüyorsun. Ben artık nasıl kendimi tutuyorum, bilmiyorum hala. Bunlar odaya geldikten birkaç dakika sonra ik beyefendi beni çağırdı. Seni patronla tanıştıracağım der demez, benim musluklar akmaya başladı bile. Artık dayanamadım tüm olan bitene. Hemen onların arkasından çağırınca kötü bir şey oldu, sandım. Çünkü herkese tek tek beni kötülemeye gitmişlerdi. Patronla el sıkışırken ağlıyordum!
Şanslıymışım ki onlar iyi insanlarmış, hemen peçete verdiler, derdimi sordular. İk beyefendiye siz biliyorsunuzdur, zaten dedim. Ben işe girerken de işi çok iyi bilmediğimi söylemiştim. Eğer beni istemiyorsanız hemen gidebilirim, sorun değil dedim.
Patron hemen olan biteni anlatmamı istedi, ben de ilk günden kimseyi şikayet ediyor olmak istemiyorum, dedim. Onlar da biz zaten neyin ne olduğunu biliyoruz anlat, dediler. Bu sırada patronun karısı ve sanırım sağ kolları gibi bir kız (bu arada kızın köpeği falan da var o da çalışıyor:) var onlar gelmişlerdi, odaya. Anlattım olanları, beni tanımadan birkaç saat içinde hakkımda hüküm verdiler, dedim. Her şeyi anlattım olduğu gibi. Patron, yemeği de sana zehir etmişlerdir dedi. İk beyefendiye dönüp oraya eleman almıyorsun bir daha dedi. Sonra benim departmanımı değiştirmeyi düşündü, ona da o köpekli kız karşı çıktı, onlar istemiyor diye elemanın yerini mi değiştireceğiz diye. Bu acuzeler bildiğin kendilerini oranın ağası ilan etmişler. Patron, onların işine son vereceğim ama senin işi öğrenmen gerek ve tekrar ona göre eleman almamız gerek dedi. Yani yönetimdeki kimse de onları istemiyormuş ama işin devamı için mecburen tutuyorlarmış. Sonra patron, müdürü çağırdı. Müdüre, bundan sonra Eliane ile sen ilgileneceksin ona her şeyi sıfırdan öğreteceksin ki yarın öbür gün başka bir yere gittiğinde aynı sorunlarla karşılaşmasın, dedi. Bana, sen onlarla hiç muhatap bile olma, dedi. Sonra köpekli kız beni odasına götürdü. E ben de köpekleri uzaktan sevenlerden olduğum için çekiniyorum, köpek gelip beni koklamak istiyor falan. Neyse bu kız, bana kendinden örnekler verdi, konumuna nasıl geldiğini neler yaşadığını anlattı. Sonra bana, sende bir ışık görmeseler, işi yapacağını düşünmeseler böyle davranmazlardı tamamen kıskançlıktan dedi.
 Hepsi tek tek ilgilendiler, benimle ve odaya döndüm. Memur beyin yanına oturup onun neleri nasıl yaptığını izleyip not aldım. Bu acuzelerle de hiç konuşmadım. Ama Allah öyle bir çene vermiş ki susmuyorlar, bir türlü. Bu kırmızı kafalı cadı bu sefer de iş yerinde küslük olmayacağından, iş için mecburen konuşulması gerektiğinden falan bahsediyor. Gel de sinirlenme.
Ben memur beyden işi öğrenmeye çalışırken müdür yanımıza geldi, 2dk sonra arkamdan gel dedi. Ben de gittim, o da aynı şekilde bir sorun olduğunda bana söyleyebilirsin onları hiç takma ben ilk geldiğimde bana da aynısını yaptılar diye anlattı. Hem patronlar seni seviyor, dedi. (gerçekten de bir günde beni sevdiler sanırım, hepsi bir anda etrafımdaydılar)  Böyle böyle derken gün geçti. Özenti kadın da saat 17.40 dedim mi çıkıp gidiyor, sanırım bebeği varmış yasal hakkı mıdır nedir. (Bu arada kendisi bir buçuk yıldır orada çalışmasına rağmen bin tl maaş alıyormuş, kuyruk acıları tamamen bundan. Patron onların hepsini içleri boş olarak tanımlıyor, sanırım onlar işe alınırken o henüz orada değilmiş. Ben bir günde ne olduklarını anlamıştım, dedi çünkü)
Ben memur beyin yanından bu sefer de müdürün yanına geçtim. İş çıkışına doğru bu acuzelerin hepsi gittiğinde patron yanımıza geldi. Ben de onu görünce gülümsedim. O da Eliane artık gülüyor, dedi :) Müdüre de mesai mi yapacaksınız ilk günden kızı korkutma dedi :) (canım patronum yaa gerçekten iyi insan) Ben de bir şey gösterdiğini söyledim. Yine beni onları hiç takmamam konusunda uyardı, kırmızı kafalı cadı için de özenti kadın için de on yıl geçse de onlar ne alçalırlar ne yükselirler aynı kalırlar dedi. Kabuk değiştireceklerinden ama bunun için gerekli zeminin hazır olması gerektiğinde bahsetti, yine. Patronum açık açık ilk günden bana onları kovacağını söyledi, yani. Derken böyle bir günü atlatıp eve geldim.
Ertesi gün ise bambaşkaydı, her şey.
Ben zaten neredeyse 1 günde işi öğrenmek zorunda kaldım. Defterimi eve de götürmüştüm, notlarımı temize geçmek için. İşe gidince dünkü eksiklerimi tamamlamaya başladım. Günün ilk 1 saati içinde bu kırmızı kafalı cadı konuya girdi. Dün için kusura bakmamamı, benim kişiliğimle ilgili bir şey olmadığını söyledi. Ben de ilk birkaç saat içinde hakkımda hüküm vermelerinin çok garip olduğunu söyledim. Ayrıca ben işe girerken neyin ne olduğunu da söylediğimi söyledim. O da biz deneyimli birini istemiştik, tamamen onlarla ilgili bir şey gibi zırvaladı. Ben çok da konuşma meraklısı olmadığım için kapattım konuyu. Ağızlarıyla kuş tutsalar yaptıkları kötülüğü unutmam, ben. Hem bir öyle bir böyle davranan insanlara da bir gram güvenmem. Siz ilk günden benim kuyumu kazmaya kalkın, beni ezmek kötülemek için elinizden geleni yapın sonra da kusura bakma diyin, hiç bir değeri yok..!
Bunlardaki u dönüşünü kimsede görmedim, ben. Bu özenti kadın (özenti dememin sebebi ise -buna kırmızı kafalı cadı da dahil- iş yerine düz ayakkabıyla gelip orada topuklularını giymeleri. iş yerindeki herkes de böyle bir topuklu giyme merakı, herkes birbirine özeniyor falan o kadar belli ki. biraz da bahsettiğim köpekli kız yüzünden sanırım. o süslü olduğu için onun gibi olmaya çalışıyorlar. ben de süsüme ve bakımıma çok düşkünümdür ama kimseyi taklit etmem. herkesin bir tarzı vardır, e onu yapamayanlar da böyle özenti özenti dolaşırlar) da gelmiş istersen gel yanıma yaptıklarıma bak falan demeye başladı. Ben de işimi bitirmem lazım sonra gelirim dedim ve gittim de. Yine notlarımı aldım. Yine muhatap olmuyorum ama iş için ne gerekiyorsa öğrenmeliyim. Sonra bu kırmızı kafalı cadı bir iyi bir iyi sanırsınız kanatsız melek oldu, bana. Yazıcı ortak bir yerde, benim dökümlerimi bana getiriyor falan. Bu sefer yemeğe çıktığımızda masada yerimi açıyor. Yok iş yerini gezdiriyor. Bir şey sormam gerekirse ona da sorabilirmişim falan filan. Tamam deyip geçiyorum. İş çıkışında da yolun belli bir yerini birlikte yürüdük bana nereli olduğumu bir de doğum günümü sordu. İş yerinde pasta alıp kutluyorlarmış. Söyledim ne zaman olduğunu da mümkünse hiç hatırlamasınlar daha iyi.
Yani anlayacağınız özel sektör öyle illet bir yer ki herkes birbirinin kuyusunu kazma, dedikodusunu yapma peşinde. Daha ilk günden çelmeyi taktılar ama düşmeye hiç niyetim yok, ne yapılması ne öğrenilmesi gerekiyorsa elimden geleni yapacağım.

25.9.12

bim bam bom artık benim de bir işim var! :)

Karşınızda ön muhasebeden hallice kasa sorumlusu olan Eliane!  :) Sonunda şeytanın bacağını kırdım! Zaten bu gidişle sadece bacağını değil tüm kemiklerini kıracaktım da neyse ki gerek kalmadı :) Şimdi bugün, sabah 11de iş görüşmem vardı. Eve de yürüyerek 20dk mesafede. Bir plazanın giriş katı. Kalktım gittim. Danışmada bir kız, bu da nereden çıktı der gibi süzdü azıcık. Sonra haber verdi, insan kaynakları beyefendiye. Ben her iş görüşmesi gibi bunda da temkinli davranıp 10-15 dk erken gitmiştim. + bonusumdan olmayayım değil mi :) E bekletmek de adettendir. Derken insan kaynaklarının yolunu tuttum. Artık iş görüşmesi ve mülakatlarda işten çok deneyim kazandığımdan rahat bir görüşme oldu, benim için. insan kaynakları beyefendi bir güzel sorguya çekti, ha bir de en anlamadığım olay, zaten önlerinde cv'm olmasına rağmen ekstra şirketin iş başvuru formunu doldurtmaları, işte bunu hiç anlamıyorum. Neyse şimdi benim sırf cv'm kabarsın diye yazdığım bir stajyer yer var. Ablamın bir arkadaşı. Her yerde o kadar üstünde durulmamasına rağmen, buradaki ik beyefendi taktı, sorup duruyor. Ben de dürüst olmak gerekirse, orası daha çok kağıt üstünde bir yerdi, dedim. dürüstlüğün de böylesi yani :) Sonra hepi topu 2 ay tecrübem olan yere geldik, anlattım yaptığım işleri. Sonra neden işten ayrıldığımı. Kpss'yi duyunca puanı sordu tabii, ben de her yere söylediğim gibi kaydırma yaptım, dedim :) Ee ne yapayım ama sen sonra atanır gidersin muhabbetine gerek var mı şimdi? Burada biraz kurnazlık var :) 
Burası aile şirketiymiş, Türkiye'deki neredeyse her şirket gibi. Kurucunun eşi falan da oradaymış. İk beyefendi, kalktı cv'mi ona götürdü, konuştu falan. Ben hayretle bekliyorum. Sonra geldi, ben bir de muhasebe müdürümüzle görüştürmek istiyorum sizi, dedi. Müdürcüğüm dün gece 11e kadar çalıştığından henüz işe gelmemişti. Bugün içinde tekrar arasam gelir misiniz, dedi. Gelirim, dedim. E canıma minnet iki yürüyüp selülit eriteceğim fena mı? :)
Ve ikinci görüşmeden geleli yarım saat oluyor. İşe alındım! dım dım dım!
Bu sefer daha rahat yola koyuldum. Girince içeri, danışmadaki kız şaşkın şaşkın bakıyor. İkinci bir görüşmem var, onun için geldim, dedim. Yine 10dk önceden oradayım. Ve yine bekliyorum. Neyse geçtim ik beyefendiyle görüşmeye, müdürcüğüm de orada oturuyor. İnanın gördüğüm en genç ve sanki yoldan geçerken oraya uğramış havasında bir müdürdü. Hatta ilk odaya girdiğimde herhalde bu da iş görüşmesine gelmiş sandım. Siz düşünün! Sonra ik beyefendi bizi tanıştırdı, konuşturdu kendince. Ben gayet coolum, zaten yapacağım görüşmeyi yapmışım deyip soramadığı soruları cevaplıyorum, falan. 3dk içinde bitmiştir, herhalde konuşma. Müdürcüğüm, ik beyefendiye dönüp "bizim için uygundur", dedi. Sanki bana o, demese de olurmuş gibi geliyordu, tamamen bir prosedür gibi. Zaten bu müdürü de 10 gün olmuş, işe alalı, ik beyefendi dediydi. Son olarak maaşı konuştuk, işte o biraz sıkıntılı, düşük bir maaş yani. İk beyefendi, olayı şöyle açıkladı. Bir kızcağız varmış, onun deyimiyle. Şuan benim yapacağım işe de o bakıyormuş, benden bir üst konumda yani. İşte o kızcağız çok düşük bir maaşla başlamış sonrasında da ciddi bir artış olmamış maaşında. O yüzden bana istediğim rakamı verirlerse ona haksızlık olur hesabı yaptı. (bu arada bana işi bu kızcağız gösterecekmiş) Ben de kabul ettim sonuçta deneyimlenmem için böyle olması gerekiyor. Hem ik beyefendi sizin performansınıza göre maaşınız da artar, dedi. Ha bir de ben bu pozisyonda başladım diye sabit kalacağım diye bir şey de yok, başka pozisyonlara da geçebilirim zamanla yani. Bu da benim için yine +bonus.
En güzel yanıysa cumartesinin tatil olması! Lay lay lay! :) Hiç böyle bir iş bulmamıştım, daha önce :) Diğer günler, 8.30 - 19.00 arası, eve de yakın daha ne isterim! :)
Yarın belgeleri teslim edip, perşembe sabah iş başı yapıyorum! :D
Ve gelelim birkaç soruna. Şimdi ben buradaki işleyişi bilmiyorum, giz diye bir program kullanıyorlarmış, e onu da daha önce hiç kullanmadım. Sonra bu kızcağız doğru düzgün bana işi gösterecek mi? Hiç kıskançlık, fesatlık çekecek durumda değilim. Hem bulmuşum ne güzel işimi etliye sütlüye karışmadan gidip gelmek istiyorum. Burası şirketin genel merkezi, idari kadro baya geniş. Ben de herkesle öyle samimi olayım, arkadaş olayım istemiyorum. İş hayatı malum biraz sıkıntılı. Dedikodusu, kıskançlığı bitmez. Ne yapmalıyım, ne mesafeli ne de candan olmak istiyorum. Biraz akla ihtiyacım var???

22.9.12

en güzel günüm, gecem seninle!

neonlar :)

siz hiç böyle bir balık gördünüz mü, koca dudak :)


En güzel günüm, gecem onunla.. Her anı ömre bedel. Bugün de öyle günlerden biriydi. Romeo'mla harika bir gün daha geçirdik. Ben yine aynı heyecanla hazırlandım ve yine buluşmaya geç kaldım :) (her zaman hesapladığım saatte çıksam da trafiğe yeniliyorum :/ ) Minibüste ise daha önce hiç yaşamadığım bir şey geldi, başıma. Zaten dolmuş, tıka basa. Ben de kendimi korumak için çantasını kullananlardanım, kimse bana değmemeli! Neyse dur, kalk gidiyoruz. Durduğum yerdeki oturan bir teyze inecek, ben de mecbur kenara kaydım. Orada da başka bir kadın dikiliyor. E ben de biraz ona doğru yaslanmak zorunda kaldım. Teyze inince yerine ben oturdum derken bu acuze kadın bağırmaya başladı, vay efendim sen niye benim üstüme dayanıyorsun. Sakin insanı durduk yere nasıl çileden çıkarıyorlar, görün. Ben de "Ben senin üstüne dayanmadım, teyze ineceği için kenara çekilmem gerekti." dedim. Boşuna acuze demiyorum, anlamıyor ki kadın hala bağırmaya devam ediyor. Yok efendim neymiş "belki ben hamileyim, sen niye benim üstüme dayanıyorsun". Ben hala aynı şeyleri açıklamaya çalışıyorum, sonra da "çok da meraklıyım" zaten deyip kulaklığımı takıyorum. Romeo'm arıyor, ben 5 dakikaya geliyorum diyorum (pembe yalan) oluyor sana 15 dakika :) Buluşup birlikte trene atlayıp Florya'ya doğru yola çıkıyoruz. İstanbul'un meşhur en büyük akvaryumunu gezmeye. Daha önce de Turkuazoo'ya gitmiştik. Balıklara meraklıyız, sevgilicek :) Ama beklediğimiz kadar etki bırakmadı, Turkuazoo ile aynı denebilecek bir yerdi. Tek farkı kategorilere bölünmüş ve biraz İstanbul'u tanıtıyor olması biraz da tarihimizi. Ha bir de yağmur ormanları diye bir bölüm yapmışlardı, çıkışa. İşte orası güzeldi. Tam turistik bir mekan olmuş, yani. Zaten maşallah turistler sınır tanımayıp oraya da gelmişlerdi. Hatta girişte bir tanesi benden taksi konusunda yardım istedi, ben de sırf canım istemediğimden İngilizce bilmiyorum dedim. Romeo'm da bakıyor bana niye yardım etmedin diye :) Aman canım cadde orada adım başı taksi geçiyor, illa ki binerlerdi birisine :)
Akvaryum maceramız bitince Sosyal Tesisler'e gidip yemek yedik. Gitmişken kendimize düğün mekanı bile beğendik :) İlk defa böyle bir şey denk geldi, bunca yıldır. Ortalık gelin ve damattan geçilmiyordu, çoğusu fotoğraf çekinmek için gelmişti. Biz de tesadüfen "Havuzlu Bahçe"nin önünde bulduk, kendimizi. Hazır kimseler de yokken ucundan baktık ve gerçekten de çok beğendik. Hem deniz manzarası da bonusu olmuş. Belki orada evleniriz, günü gelince belli mi olur :) (ay inşallah!)
Sonra sahil boyu romantizmi de yanımıza alıp yürüyüp kumların üstünde bulduk, kendimizi. Yazılar yazdık, kalpler çizdik. Deniz kabukları topladık. Yine film sahnelerini aratmadık. Dalgaların sesini dinleyip birbirimize sarıldık. Yine o müthiş koku, aşkın kokusu hala üzerimde...
Florya'dan girip Yeşilköy'den çıktığımız günün sonunda elimizde bir dolu fotoğraf ve mutluluk dolu kalplerimiz kaldı.
ve tatatatammm! mutluluktan uçan Eliane :)

20.9.12

dost dediğin bir var bir yok

Şimdi size nasıl dost sahibi olduğumu sandığımı ve aslında hiç sahip olmadığımı anladığım o "dostu" nasıl kaybettiğimi anlatacağım.(Tamam biraz karışık ama tam da böyle bir şey..)
Henüz açılmışken okullar ve herkesi bir yandan üniversiteli olmanın heyecanı bir yandan da korkusu sarmışken anlatmak iyi olur, sanırım. Bu buz dağının kötü yanı sayılabilir. Yeni üniversitelilere uyarı niteliğindedir!
Bundan 5 yıl öncesinde başlıyor, hikaye. Ben de 5 yıl önce Eylül'ün ortasında gitmiştim, okuyacağım şehre. Büyük buhranlarla otobüs boyu ağlayarak geçen o yolculuğu hiç unutmuyorum. Neyse ki canım abim yanımdaydı. Devlet yurdunda kaldım, tam tamına 3 sene! Bilen bilir devlet yurdunun ne menem bir yer olduğunu. İşte yurda kaydolmak için beklediğim sırada tanışmıştım, o "dost"la. Ne tesadüftür ki aynı sınıftaymışız. Tabii o zamanlar, büyük mutluluk bu, benim için. Hatta bundan 2 yıl öncesine kadar da büyük mutluluktu. Herkes gider de tek o benimle kalır, diyordum. Neyse. Kütahya'nın ayazı pistir. Hele ki sabah ve gece. E biz de sabahtan akşama epey bekledik. Derken aynı odaya yedek olarak çıktık. Bu arada abimin de  gitme vakti gelmişti. Yurt, ana yol üzerinde olduğu için üst geçitten birlikte geçtik. Tam merdivenleri inmiştik ki abim, "hadi sen dön artık, ben gidiyorum" dedi. Cebinden 100 tl çıkarıp verdi, bana. Öyle kötü olmuştum ki yine unutamadığım anlardandır. Bilmediğim bir şehirde bilmediğim o insanların arasında öylece yapayalnız kalmıştım. O buruk tat, hala damağımda. Odaya döndüm. Diğer oda arkadaşlarımla da tanıştım. Biz tabii o "dost"la daha bir yakınlık kurmuştuk, aynı sınıftayız falan bir de. Ertesi gün birlikte merkeze gittik (Küçük şehirlerde tek bir merkez olduğu için, öyle deniyor. Zaten hepi topu bir tane caddesi var.) 1 günde her yeri öğrendik, diyebilirim. Birlikte ortak alışveriş bile yaptık, sahur için. O zaman ramazan ayına denk gelmişti.
Düşünün hiç tanımadığın biri ile bir anda nasıl her şeyi paylaşmaya başlıyorsunuz. Zaten insanı en çok yaralayan da yıllarca yeri gelip harçlığını, yeri gelip acılarını, mutluluklarını paylaştığın insanların bir anda gerçekten o insan, olmadıklarına ya da zamanla değiştiklerine tanık olmak. O zamanlar "dost"um devlet yurdunun o şartlarına rağmen namazını bile kılıyordu, odada. "Dost"um devlet yurdunu hiç sevmedi ve yedek sırası da epey ilerideydi. O yüzden kendine özel yurt bakmaya başladı ve gitti de. Benim asil sıram ise 5 gün sonra gelmişti. (Gerçi gerçekte kalmam gereken odada kalmadım ama yurt hikayeleri bitmez, o da başka sefere olsun.) Aynı yurtlarda olmasak da sınıfta eküri olmuştuk.
İlk yılım çok acılı, sancılı geçmişti. "Dost"um ise özel yurt yerine ikinci sene eve çıkmaya karar vermişti, yine aynı odada kaldığı bir arkadaşıyla. (O zamanlar, annem eve çıkmama şiddetle karşıydı, varmış bir hikmeti.) Aynı 2. sınıfın nisan ayında ise uzaktan görüp çok hoşlandığı iktisatlardan dombik diyelim, işte o çocukla allem etti kallem etti, tanıştı. (facebook saolsun) Buluştular derken büyük aşk doğdu. Ve bu büyük aşkla birlikte benim "dost"um da değişmeye başladı. (Mesela devlet yurdunun o kötü şartlarına rağmen namazından vazgeçmeyen kız, namazı bıraktı.) Tabii o zamanlar bu kadar net göremiyordum, bu değişimi. Sonradan taşlar oturuyor, yerine.
Artık bizim görüşmelerimiz de azalmıştı, tabii. Hani bir sevgili bulunca hayatının merkezi sadece ondan ibaretmiş gibi davranan tipler vardır ya ha işte bizim kız da böyle yaptı. Ben o zamanlar Romeo'mdan ayrıyım ki ayrı olmasam bile Romeo uzakta. Ve yakınımda olduğunda bile hiçbir zaman görmemişler gibi, mıç mıç davranan o kızlardan olmadım, olmam da. Bizimkiler okulda, dışarıda, evde hiçbir yerde sınır tanımıyorlar. E haliyle rahatsız da ediyor, bu durum. Zaten dombik de tam bir kıl. Neyse yine de "dost"um deyip katlandım. Yanlarında 3. kişi olacaksam hep kaçtım, oradan. Düşünün 2 ayda evlenmeye karar vermişlerdi.
Bu kadar yılı bir yazıya sığdırmak zor ama kısa geçmeliyim. 
3. sınıfın sonuna doğru mayıs gibi ev arkadaşıyla büyük bir kavgayla yollarını ayırdılar. Zaten bu dombik yüzünden çok fazla sorun yaşıyorlardı. Evde çok fazla kalması gibi bir sürü nedenden. E tabi o buhranlı dönemlerde hep ben, yanındaydım. O bahsettiğim tek caddedeki bankta omzumda ağladığını, etraftaki teyzelerin yardım etmeye çalıştığını unutmuyorum.
 Sonra yine aynı sınıftan başka bir arkadaş, ev arkadaşı arıyordu. Sınıf 100 kişi olunca herkesle samimi olunmuyor ki gerek yok da zaten. Neyse bu çok fazla samimi olmadığımız geniş insanın yanına taşındı. Yine her aşamada ben yanındayım, tabii.
Dönem bitmek üzere olduğu için yine ben, her şeyin tam farkında değilim.
Geldik 4. sınıfa. Bizimkiler oldu, sana can ciğer kuzu sarması. Her okul başında gider onda kalırdım. Tabii başka zamanlarda da olduğu gibi. Yine gittim. Aralarında iyice yabancı gibi hissetmeye başlamıştım. Ama kondurmuyordum, bir şey.Bu arada da ben durdum durdum, son senemde eve çıktım. Oh iyiki de çıktım :)
Sürekli bir koşuşturma halindeyim. Saolsun "dost"umdan hiçbir yardım görmedim. Bir kere evime tek başına gelmedi, mesela. Ne zaman çağırsam bir bahane buldu. En çok ihtiyacım olduğu zamanlarda bile o, yanımda hiç yoktu.
Okulda 4 kişi takılıyorduk. Onlar 2, biz başka bir arkadaşımla 2 gibi olduk, zamanla. Onların hep kendine göre muhabbetleri, yersiz gülüşmeleri oldu."geniş insan" o kadar komik davranıyordu ki. Sanki "dost"um onun çocuğu o da annesiydi. "kuşum nerdesin, yanıma gel", onunla ilgili bir yorum yaptığımızda "olur mu, gayet normal, kuşum mükemmel" kuşum aşağı kuşum yukarı. Okulda onunla yan yana oturamadı mı hemen suratı asılıyordu. Biz de zamanla kendimizi çektik. Hissedilir bir şey olmaya başlamıştı. Hala görüştüğüm canım mesaj atardı, Eliane çabuk gel dayanamıyorum diye.
Düşünsenize yıllarca canım, kanım dostum dediğiniz insanla okulda görüştüğünüz dışında görüşemiyorsunuz bir de üstüne ne okulda ne otobüste hiç yan yana gelemiyorsunuz. Gözle görülür bir şekilde artmaya başladı, bu durum. Bizim diğer arkadaşımız (canım) okula yakın bir yerde iniyordu, otobüsten. Tabii iki ev arkadaşı da hep yan yana oturduğundan ben, hep tek kalıyordum, yolun kalan kısmında. Bir gün gene böyle giderken yolda düşünün yan koltuğumda oturuyor, mesaj attım. Ben artık eskisi gibi olmadığımızı ve bunun özellikle "geniş insan" yüzünden olduğunu düşündüğümü söyledim. Mesajlar birbirini kovaladı. Ve bana sanki sen şöyle mi böyle mi gibi cümleler kurmaya başladı. Bu sırada da saat gece yarısını bulmuştu. Ben nasıl ağlıyorum, gelmesini istedim. Tahmin edeceğiniz üzere tek gelmedi. Saati de bahane ederek. O gece güya her şeyi hallettik, "geniş insan"ın yanında!
Benim için o günden sonrası artık tamamen değişmişti. O olay olduğunda dönemin başıydı.
Arkası geldi, tabii. Sırf "küçük osmanı" izleyebilmek için bir tane derse birinci öğretimlerle giriyorduk. Bu seferkine canım gelemedi, ben kalakaldım ikisiyle baş başa. Ara olduğunda benimle konuşmaya çalışıyor, sorular soruyorlar çok umurlarındaymış gibi. Ben ise telefonumda oyun oynuyorum. Durum, o kadar vahim yani. Ders bitti sonraki derse kendi sınıfımızla gireceğiz ama arada epey boşluk var. Kantine gittik. Başka sınıftan bir arkadaşımla karşılaştım. Bir şeyler almıştık. Ben, arkadaşımla oturacağım dedim onlara siz de gelin dedim. "Dost"um o çocuğa sinir oluyorum, gelmeyeceğim dedi. Sen bilirsin dedim ve çocukla vaktin nasıl geçtiğini anlamadım. Resmen hayatımı kurtarmıştı, o an ve onlarla oturmaktan bin kat eğlenceliydi :) Ders vakti yaklaştığında aradım, taradım, sınıfa gittim yoklar. Mesaj attım "dost"uma cevap yok. "Geniş insan"a mesaj attım sonra. Gelen cevap şu oldu: "Kuşum, sen yanımıza gelmeyince üzüldü, ağladı ben de onu eve getirdim." Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. İçimden neler sayıyorum. Niye cevap vermiyor, deyince de uyuyor meseajı geldi. E ben de dersi falan boşverip doğru evlerine gittim. Yine aynı konuşmalar, ağlamalar. Ama ne yaparsan yap bir kere koptu mu istediğin kadar yapıştır. Olmuyor, olmaz.
Yılbaşına doğru da dombiki ev arkadaşı olarak aldılar. Yani "dost"um sevgilisiyle kalmaya başladı. Ve "geniş insan" bir de "etkisiz eleman" var. Bunlar 3 kız+1dombik kalmaya başladılar. (Erkek arkadaşla kalma, evine gitme durumlarına kesinlikle karşı biri değilim ama aynı evde hem de başka iki kişiyle daha beraber yaşama fikrine de açık değilim)
Zaten bizim görüşmelerimiz neredeyse hiç kıvamına gelmişti.
Derken 19 Mart günü (ertesi günü üds'ye girmiştim o yüzden tarih aklımda) evde sıkıldığım bir anda facebook'ta durumuma dostlukla ilgili bir şeyler yazdım. O da üstüne alınırmış gibi cevap verdi. Ve bir anda olay tartışmaya dönüştü, dombik durur mu o da baktım bir şeyler yazmış, ben nasıl kötü oldum anlatamam! Sonra tamamen sildim, durumu. Düşünsenize herkesin görebileceği bir platformda düştüğümüz durumu! Aksi gibi mesaj hakkımda o gece bitti. Bana faceten mesajlar yazmaya başladı. Orada da devam ettik ve en son cümlesi şu oldu: "sen, benim aylarca görüşmeyip bir mesajıyla sevindiğim insanlardan olmadın!" 
Bıçak gibi saplandı, bu sözler beynime. Unutmadım, unutamadım. 1 hafta okula gitmedim. Gittiğimde başka bir sıraya oturunca tabii bütün sınıfın gözleri direk üzerimde! Zaten bu olayların öncesinde de gelip bana soruyorlardı, noldu bir şey mi var aranızda diye. Demek ki dışarıdan da anlaşılıyordu artık eküri olmadığımız. 
İlk zamanlar zor oldu, okula gitmek onunla karşılaşmak. Ama zaten uzun zamandır hayatımda olmadığı için yokluğunu da hissetmedim. Kendime dersler çıkardım, yine yeniden. Bizi tanıyan insanlara laf anlatmaktan vazgeçtim ve hiçbir zaman kimseye onun hakkında kötü bir söz söylemedim.

18.9.12

ben hep abimin küçük kardeşi


Abim (ağabeyim yazmak garip geliyor da :) başka bir şehirde yaşıyor. Okuduğu yerde kalmayı tercih etti. Biraz da hayat öyle gerektirdi, diyelim. Kendisi baş mühendisimiz olur, babamın deyimiyle. Uzakta olunca daha da bir özlüyor, insan. Her tatilde her boşlukta bir aradayız ama. Hele ki geçen yıl yaptığımız tatil, unutulmazlar listemizde başı çekiyor. Kıyı kıyı neredeyse tüm Akdeniz ve Ege'yi gezmiştik. Hatta üç gece kamp bile yapmıştık. (başka bir yazının konusu olabilir, bu zira maceralarımızla survivor'ı aratmadık) Neyse gene abim bir tatilinden yararlanıp yanımıza geldi. O geldi mi espriler gırla gider, evde. Üst üste film gecelerimiz bitmek bilmez. Sonra ben her gün ona kek yaparım, çok sever :) Hatta arayıp benim tarifimle aynı anda kendisi de yapar.
Ha bir de abim her ne kadar modern bir insan olsa da konu erkek arkadaş meselesi oldu mu tam bir maço kesiliyor. Tabii Romeo'mdan haberdar kendisi ama öyle tanışıyım, kimmiş neymiş umurunda değil. Hele bir resmileşsin gözüyle bakanlardan. Hal böyle olunca ekstra bir özen göstermem gerekiyor. Umarım günü gelince çok iyi anlaşırlar :)
1 hafta kaldı abim, bu kez. Son gecemiz, sigarası bitmiş. E ben küçük kardeş, burada devreye giriyorum. Beni markete yollamak için, kendine de bir şeyler alırsın tesellisini kullanıyor :) Sanki 8 yaşındaki cedric muamelesi görüyorum :) Sonra, "Abi farkında mısın ben 22 yaşımdayım hani kendine de bir şeyler alır mısın da ne oluyor?" diyorum. "Olur mu?" diyor. "Bana abi dediğine göre sen hala benim küçük kardeşimsin."

14.9.12

magmada bile iş bulamam, ben!




Anladım ki bana ne İstanbul il çerçevesinde ne Türkiye'de ne dünyada ve hatta uzayda bile iş yok!!! Yok yok abartmıyorum, magmada bile iş bulamam ben. Evet okulu bitireli 1 yıl oluyor. 2 aylık da bir iş tecrübem var sonrası da malum kpss hazırlığı. Sonuç elde var sıfır! Ulan bir ben mi kadersiz, şanssız bedeviyim anlamadım ki! Bir bakıyorum millet, okuldan mezun olur olmaz bir bankada işe başlamış bile. Ben gidiyim o kadar sınavlara girip mülakatlar geçeyim sonum havuz olsun! Ben şıp şıp yüzerken hatta o havuzda boğulurken millet, hop giriversin. Nasıl bir adalet nasıl bir ülke bu! Artık nefes alamıyorum, iş-siz-lik-ten!
Ha bir de şu atanamayan öğretmen problemi var ya ülkemizin, evet evet 7den 70e herkesin bildiği şu mevzu! Sanki memlekette sadece atanamayan ve iş problemi yaşayan mağdurlar onlarmış gibi gidip bir de asıl iibf''lerin hakkı olan kadrolara başvurmuyorlar mı nasıl iğreti oluyorum, anlatamam! Ben anca umut ağacına yeni bir mendil bağlamakla geçiriyorum, ömrümü! Sonra bir açıklanıyor, adam 97 puanla sözleşmeli memurluğa başvurmuş ve alt limit 60ken! Ya madem 97 puanın var "ulan başka bir yer mi kalmadı hay ben senin aklına.." nasıl demeyim!
Ben bu ülkede aklımı nasıl yitirmeyeyim!

13.9.12

Ve Kuzey (Güney'i salla)


Herhalde bütün bir yıl şu sahne için izledim diyebilirim, diziyi. Ah bu aşklar!
"5 dakika.. Sevdiklerinle vedalaşmak için çok kısa,
düşmanını beklemek için çok uzun"
Sonunda Kuzeyciğim, Cemresine itiraf etti, sevdiğini.
E ben de Cemre ile beraber ağladım, tabii. 
Benim musluklar, böyle sahnelere kayıtsız kalamıyor.
Ama yine de aşklarını sadece içlerinde yaşayacaklarmış gibi geliyor :/
Ay o sırnaşık Zeynep de anladı, sonunda. 
Sanki Kuzeyciğime kendisi yapışmamış gibi gelmiş mağdur kızı oynamıyor mu
 nasıl da sinir oluyorum!
Güney zaten başlı başına bir mesele. Öyle kardeş olmaz olsun!
Geçen sezon finalinde Ali ölürken sanki benim de içimden bir parça kopmuş gibi olmuştum.
Bir dizi insanı bu kadar nasıl etkiler de demeyin. Türk milleti olarak dizilere düşkünüz, kabul edelim.
Bihter için cenaze töreni düzenlemiş, milletiz bugüne bugün :)
Neyse, Kuzeyciğime gelecek olursak, Ali gibi bir dost, kardeş, yoldaş onlarınki gibi bir bağ kurmak çok zor.
Sonuna kadar haklı, yolunda. Umarım başına bir şey gelmeden Ferhat'ın hakkından gelir.
Sonra da Cemresine kavuşur.
Sırf onlar kavuşsun diye bir yıl daha izlerim ki ben :)

11.9.12

bu sefer yetiştim :)


Hani ben, geçen defa hava alanındaki türlü maceralarıma rağmen yetişememiştim ya Romeo'ma bu sefer karşılamaya gittim ve kavuştuk! :) Tabii bu kez tedbirliydim, baktım trafik var hemen taksiye binip kestirme yollardan gidiverdim. İnsan her görüşme öncesi delice bir heyecanla hazırlanıp ona kavuşana kadar yüreğini ağzında hisseder mi? Hissediyor işte. En güzeli de ona sarıldığımda aynı şekilde kalbinin hızla attığını duymak..
Ne bir küslük ne başka bir şey kaldı, birbirimizi görünce. Her hava alanına gidişim ayrı bir film sahnesi :) Kimseye aldırmadan dakikalarca sarılıp, kokumuzu soluyoruz. Sonra birbirimizden ayrıldığımızda anlıyoruz, nerede olduğumuzu. Bir de ondan ayrılınca elime, üstüme her şeye onun kokusu siniyor, ya benden mutlusu yok. Ben bu adamı çok seviyorum, be dostlar! :) Bkz: Aşık Eliane <3

heyy ben okulumu özledim!

Miss Eliane gitmek istiyor :( Deniz kenarı olsun. Bir bebiko (kendisi şirin uyku tulumlu ayıcığım olur, üniversiteye gitmeden Romeo'm aldıydı) bir kitap bir müzik olsun, yeter ki çekip gideyim buralardan. Ne olurdu :(
Okulum da nereden bittiyse sanki. İnsan ineklik etmeyip uzatır dimi ama yokkkk! Bir an önce kurtulacağım deyip durdum, bu şehirden. Al işte şimdi herkes yeni okullu falan oldu e ben mezun olalı da 1 yıl oluyor :( Hala içimde evlat acısı gibi. Açıp açıp o günlerimin fotoğraflarına bakıyorum. Nasıl da güzelmiş, her şey. Tamam şimdi de çok kötü değil ama okurken hayat başka be! Kim ne derse desin. Başka bir şehirde okuyup eve dönenler iyi anlarlar, beni. 1 yıl oldu hala mı alışamadın be, Miss Eliane diyenler olabilir. Ama a-lı-şa-ma-dım! O özgür ruh, "carpe diem" ruhunu son doruklarına kadar yaşamak, her şeyin senin iradene bağlı olması, kendi evinin olması daha ötesi var mı?
Ah geçen zaman neleri götürüyorsun hem de hiç sormadan.. :(

İşte canım okulumun canım gölü :/
O güzelim göl evimiz.
Dağlarımı bile özledim :(

 Bu da göl evinden görünüşü.
Az mangal partileri yapmadık, o evde :/

Ördeklerimiz. Zaten okulda küçük bir "darıca hayvanat bahçesinden" hallice her türlü hayvan mümkün.


10.9.12

hep eksik



Küçükken en sevdiğim şey, çamurdan evler yapmaktı. Sonra tek tek eşyalarını da yapardım. Yüzüm gözüm kir içinde eve dönmediğim gün yoktu. Hem de hiç dert etmezdim, o pasaklı halimle mutluydum, ben. Ama ne zaman ki ellerim büyüdü o küçük dünyama sığamaz oldum. İşte o çok istediğim "büyümek" gelip çatmıştı, kapıma.. Büyüdükçe o mutlu günlerimi arar oldum. Ne zaman bu kadar her şeyden uzaklaştım, soyutladım kendimi, bilmiyorum. İnsan hayatın içinde gerçekten yoğruluyor, geriye baktığında ise her şeyden biraz eksik..
Henüz 22 yaşımda keşkelerle dolu bir hayat bırakıyorum, ardımda. Oysa hayatı, her anını doyasıya yaşamalı.. Yaşamalı ama nasıl, ne zaman, nerede?

8.9.12

dost kazığı nedir bilir misin?


Benimkileri yazmama şimdilik sayfalar yetmez ama henüz bu akşam benzer şeyler yaşayınca aklım geçmişe takılıyor. Ellerimin titremesi henüz geçmedi, yazarken zorlanıyorum. Yurtta kaldığım zamanlar, sabahları lavaboda yüzümü yıkarken yan taraftaki bir kız, kendi yanındakine o da kendininkine derken en sonunda hepsi dönüp bana bakarlardı. Bunun gibi başka şeyler de olurdu, tabii. Ama hepsi de benim için tanımadığım sadece "yurttaki o kızlardan" ibarettiler. Şimdi en yakınım sandıklarım aynı şeyi yapınca içimdeki hayal kırıklığını anlatmamın tarifi yok.. Böyle bir et kopar, derler ya canından. Onun gibi bir şey. Böyle zamanlarda hani en değer verdiklerimden bir darbe aldığımda ellerim buz tutar, istemsiz titrer. Engel olamam. Olamıyorum da.
Balkonu olan bir odam var. En değer verdiklerim dediklerim de balkondalar, ben de odadayım. Bir şey oluyor, benim hakkımda "aman yine nasıl da tripli" dediklerini duyuyorum, sonra da "ayy duydu mu acaba", diyip güldüğünü birinin. Devam ediyorlar, aldırmadan, susmadan. Biraz zaman sonra giyinip evden çıkmaya karar veriyorum. Derken biz de gideceğiz birlikte gideriz diyorlar ve ben tutamıyorum, kendimi. Başlıyorum içimdekileri dökmeye. Sonrası yine en çok kırılanın, canı yananın benim olmam.
Sevdiklerimizin başka yüzünü görünce tekrar eskisi gibi onlara bakabilmek nasıl olur, hiç bilmiyorum. Zaten şuan düşünemiyorum da.
Ve hayatın bana öğrettiği en önemli şey: "her yüzüne güleni dost, yanında yürüyeni yoldaş sanma!"

romantik sahneler top 10

Wicker Park
"Aşk çılgınca şeyler yaptırır. Delice şeyler. Yapacağını hiç aklına getiremeyeceğin şeyler. Yapıverirsin. Elinde değildir."

Eternal Sunshine of the Spotless Mind

500 Days of Summer

The Notebook
Allie: Neden bana yazmadın, neden.. Benim için bitmemişti seni tam yedi yıl bekledim… ve artık çok geç.
Noah: Sana 360 mektup yazdım, sana bir yıl boyunca her gün yazdım.
Allie: Yazdın mı?
Noah: Evet bitmemişti, hala da bitmedi.

Love and Other Drugs

The Wow
Nasıl olur da sevdiğin kıza bakıp; artık gitme vakti dersin?

A Lot Like Love
"Aptal gibi gözükmeye razı değilsen, aşık olmayı hak etmiyorsun demektir."

50 First Dates

The O.C

Sundays at Tiffany's



7.9.12

rüzgar bizi sürükleyecek


rüzgar, bizi taşıyacak
yoldan korkmuyorum.
tadına varmak, görmek gerekecek
göğüs boşluğunda zikzaklar
ve her şey iyi olacak
... orada! 






4.9.12

yarim istanbul..

Bol güneşli bir İstanbul gününde, kulağımda müzik metrobüsün boğuculuğuna aldırmadan bir yakadan bir yakaya ilerliyorum. İstanbul öyle büyülü bir şehir ki hiçbir olumsuzluk, şehrin kalabalığı, yorgun kaldırımlar hatta bezmiş insanlar hani gözlerinde hep telaş olanlar, onlar bile İstanbul'dan kopamazlar...
Yine aynı radyo, o da İstanbul kadar olmasa da büyülü: Joy Fm! 
Boğaz'ın tam ortasındayım. Her gördüğümde sanki ilk kez görmüş gibi aynı heyecanla, aynı merakla bakıyorum, denize, vapurlara, martılara, bulutlara, çok sevdiğim Galata Kulesi'ne, şehre...


İstanbul'a aşık olmak, büyüsüne kapılmak için bir kere daha doğmaya gerek yok. Işığına, tılsımına kapılmak için başka bir hayat gerekmiyor... Sadece bir kere köprünün üstünden sevgilinmiş gibi bak, ona. Ne kadar nazlı ve bir o kadar davetkâr olduğunu göreceksin!



3.9.12

gülmek isteyen?

Ah Dexter'cığım bana da bir çikolata fabrikası lazım, çikolatam bitti de :D

O birrrrrrrr fenomen ve o bir ikiii üççç, "Leyla ile Mecnun"

+ İsminiz ne ?
- Şaban.
+ Ay ne değişik isim.
- Yoo doğduğumdan beri hiç değiştirmedim bunu.
Efsane! :D

Bu da bizim "Çapkın Ferit" Nasıl da sevimli ama değil mi? :D

Johnny Bravo ya adamım!

Bu da nokta olsun.