22.12.12

yeni yıl mektubu :)

Yeni yıla çokça yaklaşmışken Santa Claus'dan istekleri sayma vakti gelmiş demektir.
Tamam Noel Baba gelmeyecek, zaten şömineli bir evimiz de yok ama olsun ben yine de isteyim, kendi kendimin sponsoru olduğuma göre bir kısmı olacak demektir :)

Sevgili Santa Claus, geçen yaz Demre'ye ziyaretine gelmiştim, hatırladın mı beni ya hani bu mozaikler, bu renkler bu zamana kadar nasıl kalmış diye saf saf gezinen kız yok mu işte benim, ben.
Aramızdaki samimiyete güvenerek belki biraz fazla şey isteyebilirim. Lafı olmaz değil mi ?
O zaman başlıyorummmmmmmmm!

1. Huzur istiyorum, Santa Claus huzur her şeyin başı. Bak işte bu benim elimde değil belki sen yardımcı olursun.

2. Şimdi benim bir işim var, tamam onu bulmak için de baya çaba sarf ettim ama iş demek yeni dertler demekmiş nereden bileyim :/ O yüzden geçen atamada küsuratla kaçırdığım memurluk, önümüzdeki atamada olsun istiyorum. Çok istiyorum, hem de.

3. Hani benim bir Romeo'm var ya onunla kavuşmamıza çok az kaldı. Tüm güzel hayallerimiz olsun, hem biz bunu çoktan hak ettik, Santa Claus...

4. Ailem, adeta canımdan bir parça olmuş insan evlatları, tanıdığım ve tanışacağım için kendimi şanslı hissettiğim tüm güzel insanlar hep olsunlar. Zira daha fazla dost kazığı yiyecek kadar yer yok, sırtımda. Santa Claus bak bunlar çok önemli, unutmayasın!

5. Yeni yıl demek yılbaşı bileti demek. Ya çıkarsa diye hayal kurmak demek. Ben de aldım tabii biletimi. Küçük çapta bir Avrupa seyahati düşlüyorum, limitsiz alışveriş günlerini de unutmayalım :) Sence de güzel olmaz mı Santa Claus ?

6. Her ne kadar dijital bir hayat yolunda emin adımlarla ilerlesek de benim gözüm eskilerde. Mesela bir tane,

diana f+'m olsa harika olmaz mıııııııı?
sonra bir tane bundan,
bir tane de bu olsun,

Sen de beğendin itiraf et, Santa Claus ;)

7. Bir kızın içinde kıyafet ve süs püs olmayan bir dilek listesi olacağını düşünmedin değil mi? Onları sona sakladım :)

Bazı kızlar çok güzel kabul edelim, Santa Claus. Benim de böyle bir şapkam olsa mesela çok mu şey istiyorum. Maritsa gibi görünmek falan, yok canım hiç öyle isteklerim yok.
Sadece bu şapkadan nerede bulabilirim, biri yardım etsin pilizz.


Bu kabanı alacağım, gözüm üstünde :)


Zımbalı botlar, sizi seviyorum ama bu değil bu hiç değil tam olarak isteğim bunlardan hiçbiri değil ama bulurum ki ben. Bulamazsam da Santa Claus bana yardım eder :)

8. Ve Sevgili Santa Claus seni ne kadar sevdiğimi anladığını düşünüyorum. Öyle herkese uzun uzun mektup yazmam, ben. Malum şöminemiz yok, üzgünüm ama çam ağacımız da yok bu yüzden mektubumu yastığımın altına koyuyorum. Tamam tamam çok fazla şey var orada ama üstüne adını yazacağım, bulabileceğinden eminim :) Son olarak seninle daha fazla görüşebilmek için bundan istiyorum, oldu bil ;)





Sevgiyle kal, Santa Claus.
İmza, Miss Eliane.

17.12.12

sorular ve cevaplar, mimlendim!

Canım blogum bana küstü biliyorum ama canım blog arkadaşlarım henüz küsmemişler ve beni mimlemişler :)
Ben de bir mim canavarı olarak hemen cevaplıyorum. Şanselize Bulvarı'nın tatlı sahibesi Şükriye'ye ve bu da mı gol değil'in sahibi Mr.E'ye teşekkür ediyorum.
O zaman mim zamanı!

-Mantığın mı yoksa duyguların mı ön plandadır?

Öyle duygusalım ve öyle duygularımla hareket ediyorum ki bazen kafamı nereden atsam demiyorum, değil.
Ama başka türlüsü de elimde değil. Yine de bana biraz mantıklı tarafımdan da gerek. En azından içimi rahatlatmak için. O yüzdeeeennnnn biri üstüme mantığımdan atsın, lütfen :P

-İnsanlar neden mutlu değiller? Niye gözlerinin önündeki mutlulukları görmüyor ve şükretmesini bilmiyorlar?

Tam da benlik bir soru oldu, işte bu. Öyle ki üzerine kitap bile yazarım!(!)
İnsanlar mutlu değiller çünkü, aradıkları şeyi bulamıyorlar. Ruh ile beden arasındaki o ince çizgi arasında yaşıyoruz, aslında. Birisi parmak ucuyla bile dokunsa nefes alacağız. Kimse kimseye dokunmuyor. Ruhunu göremiyor. Ve insanlar tüm bu ikilemlerin arasında bocalarken önündeki mutlulukları da ıskalıyor, elbette. Ya da o anlık oluyor, tadı hep damakta kalan cinsten küçük mutluluklar yaşıyoruz. İçimizdeki o derin yarayı kapatmıyor, hiçbir şey. İç huzuru denen o şey hiçbir zaman tamam olmuyor. Şükretmeyi elbette biliyoruz, sadece aradığımız şeyde aklımız, kalbimiz ve biz.

-Çok para harcayıp keşke almasaydım ya da harcamasaydım dediğin bir şey var mı?

Bu konuda gayet kendime güveniyorum çünkü hiçbir şeye gereğinden fazla para harcamıyorum. Sadece kitaplarım için ne kadar olursa olsun servetim( nasıl bir servetim varsa ben bile bilemedim:) neyse harcayabilirim :) Çünkü asıl servet, onlar :)

-Haklı olduğun bir konuda kendini savunur musun yoksa susmak adalet mi dersin?

Haksızlık, şu hayatta tahammül edemediğim yegane şeylerden!
Minibüs sırasında bile bir kişi öne geçti diye yaygarayı koparan biriyim, ben :)
Ama işte bu bazen insana zarar da verebiliyor :/ Özellikle iş yerinde kendimi nasıl tutuyorum, ben bile hayret ediyorum. 2 buçuk aydır susmadım, ne gördüysem ne olduysa bastım yine yaygarayı, baktım nasıl olduğunu anlamadığım bir oyunlarla olaylar benim başıma patlıyor, sakin olmayı öğreniyorum. Öğrenmeliyim.

-Tok gözlü müsün yoksa her şeyim olsun diyenlerden misin?

Ne kadarına sahip olabileceğimi ve sınırlarımı bildiğim ölçüde yaşamayı tercih ediyorum.
Eğer bir şeyin olması için zaman gerekiyorsa beklerim, ve sahip olduğum şeylerin kıymetini bilirim. En ufak şeyden, maddi olarak en değerli olanına kadar hepsi benim için özeldir.
Biliyorum ki her şeye sahip olsaydım, hayat benim için daha da zor olurdu..

Mim, isteyen herkese gelsin :)

2.12.12

ben, bugün

Çocukluk arkadaşımla buluştum. Biraz deniz havası aldık, biraz içimizi döktük.
Maviliklere teslim ettik en mahremlerimizi. 
Denizsiz bir şehir, denizle kavuşamadığım günler düşünemiyorum. 
Düşünemiyorum ama 4 yıl boyunca denizsiz bir şehirde okumuş olmam, 
nasıl katlanılır şeymiş belli değil. 
Ben denizin neden mavi gözüktüğünü daha çok yeni öğrendim.
Meğer gökyüzü rengini veriyormuş.
Öğrenmenin yaşı yok nasılsa. Bilmediğim, öğreneceğim çok şeyler olması hissini hep sevmişimdir. Hem büyümeye engel her şeyi bağrıma bastım, ben. :)



Çocukluk arkadaşıma neden kafasız bir fotoğraf çektiğini açıklayamayınca, 
gizli bir blogum olduğunu söylemem gerekti.
Sır, saklanmak için değil mi hem. 
Sandığına diğerlerinin yanına koyar, ne yapalım :)

Bu da benim günlerdir binbeşyüzonsekiz kez dinlediğim şarkı, tık tık.

photo of day #01 #02 ebruli ve bisiklet


Sene 2009'da Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'nda eğitim gönüllülüğü yapmışlığım var.
Bu da o zamandan.
 Çocuklar bana, "hadi ebru yapalım" deyip "ama ben bilmiyorum" demem 
üzerine "biz sana öğretiriz" diyerek yaptığımız çalışma :)


Bu bisiklet ise Tüyap İllüstrasyon Sergisi'nden.

Photo of day aralık listesi için buraya, tık tık.

1.12.12

Bir Tüyap Anısı

Bildiğiniz ya da bilmediğiniz üzere ben bir kitap bağımlısıyım. Kitaplar ve fuarları vazgeçilmez duraklarım.
Yine böylesi bir günde soluğu Tüyap Kitap Fuarı'nda aldım. Kadim dostum da bana eşlik edince tadından yenmez bir gün geçirdik. Not: Romeo'm her ne kadar bu erkek olan kadim dostumu sevip saysa da kıskanmaktan da geri kalmıyor =/
Canım dostum beni evimden alıp evime bıraktı. Kendi deyimiyle usta şoför :)
Fuar da bildiğin İstanbul dışında. İstanbul tabelasını bile gördük, o derece. Sanki başka bir şehre gitmişiz gibi :) Ve Tanrım böyle bir kalabalık olamaz. Hani memlekette hiç kitap okunmuyor, oranlar düşük diye dönen o muhabbet var ya bence yalan, o. Biz son günü gittik ve hafta içi çok daha kalabalıkmış. Herkes de eli kolu dolu ayrılıyor, fuardan. Nasıl oluyor da oranlar hala düşük anlaması güç.
Biz özellikle pazar günü yani son gün gittik, "Can Dündar" söyleşisi ve imzası için. Ancak sadece söyleşiye katıldık zira o imza sırası gelmezdi :) Ama ben geçen sene "Zülfü Livaneli" için beklemiştim (beklenmez mi hiç:) ve imzamı da kaptım, bir fotoğrafımız bile var birlikte. En mutlu anlarımdandır :)
Can Dündar Söyleşisi epey keyifliydi, Mehmet Ali Birand da vardı, zaten konu da Birand için yazdığı kitap üzerineydi. Açıkçası Birand çok ilgimi çekmese de Can Dündar için değdi. Söyleşinin sonuna doğru yapılan katılımcı yorumları ve soruları ayrı eğlenceliydi. Söyleşi biter bitmez imza alanına gidiyorduk ki hemen önümüzde Can Dündar arkasında biz yürüdük. Ama dediğim gibi o sırayı bekleyemezdik. Zaten fuarda her yerden bir yazar çıkıyordu.
Sonra benim bir kitap listem var, ajanda tutuyorum, o derece :) Kitap aşk gibi değil mi sizce de?
Elimde yerleşim planı oradan oraya savrulduk, canım dostumla. Bir ara yere bile düşüyordum. Kızın biri öyle bir çarptı ki. İğne atsan düşmüyor. Öyle böyle derken listemden sadece isteğim bir kitabı aldım diğerleri enstantane gelişti. Onun da tadı bir başka zaten. O kalabalıkta yine iyi buldum, alacağım şeyleri. Dostum bıraksa daha da alacak çok şey vardı da engel oldum kendime :)
Kitapların dışında bir de sergi alanları mevcuttu, fuarda. Biz o salondan öbürüne geçeyim derken "İllüstrasyon   Sergileri"ne biraz göz attık. Gerçekten çok güzel işler vardı.
İşte o sergiden ufak kareler:

İşte bu üçlemeye bayıldım, özellikle de ters duran kuşlu olana.

Unutmayayım diye kime ait olduğunu da fotoğraflamıştım.


Bunu da çok sevdim.

Peki ben fuardan neler aldım:
İşte listemden, aldığım yegane kitap.

O gün Ahmet Ümit'in de imzası vardı ama yine aynı sebepten onu da beklemedik.

Bu kitap da aklımdaki listeden. Adı gibi hemen bitiyor, ama dimağında kalıyor.

Kitaplığıma girmeye geç kalmıştı, hoşgeldi :)

İşte bu kitap tam bir hazine oldu, benim için.

İçini açıyorsunuz ve cd'si çıkıyor. Hem okuyup hem dinleyebiliyorsunuz.
Kendi sesinden olmasını hiç saymıyorum bile :)

Bir fuar günü de böylece sona eriyor. Fotoğraf çekinmekten hiç hoşlanmayan 
canım dostumla bitiriyorum.


photo of day #30 lezzetli

Şimdi olsa da yesek.


29.11.12

photo of day #29 kış

Benim henüz keşfettiğim mükemmel bir etkinlik varmış meğer..
Sevgili Rüzgar'a doğru'nun başlattığı "Photo of Day" adındaki bu etkinlik için gün gün konu belirleniyor ve bu konulara göre fotoğraf paylaşımı yapılıyor. Ben çok sevdim! :)
Aralık ayının listesi henüz tam netleşmemiş ama kasım ayınınki burada tık tık.
O zaman ilk fotoğrafım gelsin. Konu: kış..
Bu da geçen kış yaptığım dev kardan adam :))))


günler geçerken..

Bir kayboldum, pir kayboldum bennnnn!
O kadar çok şey birikti ki anlatacak, hem özledim de blogumu :/
Peki bu geçen sürede ben kısaca neler yaşadım, neler öğrendim.
Öncelikle "iş hayatı" yeni bir okul, yeni bir hayat adeta. Öğrenilecek şeyler bitmiyor.
İşi öğrenmek, uygulamak, sorumluluk almak bunlar en kolayı. Asıl mesele insanları anlamak, tanımak. 
İşte bu en zoru. Çünkü insanın olduğu yerde sıkıntı bitmez. Hele ki karşılığında bir bedel alınıyorsa.
Zamanında yurtta kalırken de bir sürü insanla bir aradaydım, evet o zaman da zordu ama iş hayatı bambaşkaymış. Ben mi çok takıntılıyım bilmiyorum ama bazen tahammülüm hiç kalmıyor. Olan bitene seyirci kalamıyorum. Hele haksızlığa hiç! Biraz da dobrayım galiba, müdür beye istediğim konuda istediğim sıkıntıyı anlatabiliyorum. Biraz olsun o zaman içim rahatlıyor. 
Ve en merak ettiğim şey ise donanımlı, kendini yetiştirmiş, kültürlü, nerede nasıl davranması gerektiğini bilen insanların bir arada çalıştığı bir yer yok mudur? Her iş yeri gerçekten böyle olmak zorunda mı?
Tüm sıkıntılara rağmen konumum ve yaptığım işler açısından her şey iyi gidiyor.
Günlerdir neler yaptığıma gelince, mesela geçen pazar Tüyap Kitap Fuarı'ndaydım. Kitaplar ve ben, en sevdiğim yer :) Onunla ilgili ayrı bir yazı gerekecek :)
Sonra geçen hafta doğum günümdü :) Sevinmeli mi üzülmeli mi bilemiyorum hala :/
Ve evet, "Evim Sensin"i ben de izledim. Öyle hazır ve nazır gitmiştim ki filme hüngür hüngür ağlayacağım garanti gibi. Anca gözüm doldu. Zaten o gece de ayrı bir hengame ile bitti. Ee ben hala okulu bitirip artık Kütahya'da olmadığımı, istediğim saatte istediğim yerde olamayacağıma alışamayınca.. Eve bal kabağına dönmeden gitmeme rağmen baba uyarıları dinlemek yine de kaçınılmaz oluyor.
Zaman hala nankör.. Romeo'ma kavuşmayı bekleyince geçmiyor, işten eve gelip biraz keyif yapayım derken bir bakıyorum yatma vakti gelmiş :(
Cedric'in de dediği gibi 8 yaşındaysanız (pardon 23 :) hayat gerçekten çok zor.

11.11.12

duma duma dum ben bir mim uydurdum :)

İlk mim'den sonra kendim bir mim yapsam nasıl olur, diye düşünüp bir mim hazırlamaya karar verdim. Ben bu mim işini sevdim, galiba :) Ne yapsam derken aklıma filmler, film sahneleri ve replikleri geldi. O zaman deneyip görelim bakalım, nasıl olacak :)
O zaman tatatatammmm başlıyorum!!!

Hayatınız bir film olsa hangi filmde başrol olmak isterdiniz?

Biraz damardan bir giriş oldu, sanırım :) Zorlayıcı bir soru da olsa ben herhalde "Wicker Park" da başrol olmak isterdim. Beni çok derinden etkileyen bir filmdi. İzlediğim gün dün gibi aklımda. Mükemmel bir aşk hikayesi, birbirine sonsuz bağlı bir çift. Sonradan ayrı düşseler de sonu kavuşmayla bittiği için başrolü kabul edebilirim :)

Sizi anlatan en iyi, en unutulmaz film sahnesi hangisi olurdu?
Eminim binlerce sahne vardır ama en en en etkileyen hangisi, sizce?

Benim için en iyisi, başrolünde olacağım filmin son sahnesidir, o da şudur:


Aklınızda en çok yer eden, adeta başucu cümleniz olan replik hangisi?

Ben, bu repliği beynime kazıdım.
"Birinin sana bir şey yapamazsın demesine izin verme. Hatta benim bile. Bir hayalin varsa onu koruman gerek. İnsanlar bir şey yapamaz ve senin de yapamayacağını söylerler. Bir hayalin varsa onu zorla al.” 
The Pursuit of Happyness

Ve son olarak filmlerle adeta bütünleşmiş o güzelim film müziklerinden favorileriniz hangileri? 

Benim en çok zorlanacağım kısımlardan biri de bu. O kadar çoklar ki. 
Yine en en en listesi yaparsak benim en sevdiklerim;
"Leon" unutulacak film mi :)


Sonra "Eternal Sunshine of the Spotless Mind"


Ve tabii ki "Amelie" dinlemeye doyum olmaz..


Sıra geldi asıl olayımıza, mimlemeye :)
Kimleri mimledim?

Öncelikle beğenen, yapmak isteyen herkese gitsin. Sonra da...

5.11.12

ömrüm senin..

Beklemek gibi can yakıcı, iç geçirtici, her seferinde acaba nasıl olurlu hayaller kurdurtan illet bir şey daha yok. Ah Romeo'm ömrüm senin, şu beklemek de olmasa...
Romeo'm planları bozup bana da sürpriz yaparak bayram öncesi çıkageldi :) Akşam üstü baktım ki telefonum Romeo'mun aramasıyla şenlenmiş, karşımdaki kıpır kıpır ses ben geldim, hava alanındayım diyor.
Bense çığlık çığlığa ama bu şimdi mi söylenir, diyip veryansın ediyorum. Evimiz o kadar yakın ki hava alanına geleceğini bilsem çoktan soluğu orada alıp karşılardım, sevdiceğimi.
Benim sevgili Romeo'm aslında bana ciddi ciddi sürpriz yapacakmış. Sana bir paket yolladım, gidip hava alanından alman lazım diyip, aslında o paket kendisi olacakmış ama yapmamış! Ben tabii daha deli oluyorum, duydukça. Yok efendim, sorgularmışım, içinde ne var dermişim. Hiç der miyim, arada sırada gelen romantikliğe ben hiç neden der miyim..!
Ve zaman öyle nankör ki beklerken geçmez onunlayken, o buradayken bir anda uçup gider. Ve yine o veda anı çıkagelir. Biri bizi hava alanından kurtarsın, en acilinden..! Yine koklamaya doyamıyorum yine ellerini bırakamıyorum. O, yine saçımdan bir tutam burnuna götürüyor. Yine gözlerimiz doluyor..
Sonra ben onsuzluğu, bir parfüm şişesiyle gidereceğimi sanıyorum. Bana aldığı ayıcığa parfümünden sıkıp onunla uyuyorum, yani kendimi kandırıyorum.. :(

Bu kurumuş papatyaları geçen gün tesadüfen buldum. Onları koyduğum yeri bile unutmuştum. Dokunduğum her şeyde ona ait bir ize rastlamak mümkünken onsuz bir hayat düşünemiyorum. Zaman, ne vakit bizim yanımızda olur ki?


4.11.12

eskiler gibisi yok

Her ne kadar üzerinden birkaç hafta geçmiş olsa da "Sahaf Festivali"ni paylaşmamak olmazdı. Ben de bu güzel etkinliğe son gününde katılma şansı buldum. Öyle güzeldi ki her şey, o eski kitap kokusunu duya duya gezinmek, kulaklarımızı, çalan plakların sesiyle doldurmak gibisi yoktu.
Son dakikada kuzenimin de bana eşlik etmesiyle mutlu bir gün geçirdik.
İşte o günden geriye kalanlar:
(Ne yazık ki fotoğrafların kalitesi biraz düşük, makinelerimizin azizliğine uğradık, affola :)







Mükemmel güzellikte film afişleri vardı, tabii Türkan Sultan tüm güzelliğiyle başrolü çekiyordu.






Ne varsa eskide var, diye boşuna dememişler. Şimdi nerede o eski plaklardaki sesin verdiği huzur?
En yakın zamanda benim de bir pikabım olsun sonra da plak koleksiyonu yapayım istiyorum. 
Nasıl güzel olurdu :)

Kuzenimin eli :)


Ah Zülfü Livaneli seni bir de plaklardan dinleyebilseydim..

Çizgi roman sevenler de unutulmamıştı.

Peki bu kadar güzel şeyin arasından ben ne aldım. 
Öncelikle son güne kalmış olmak sebebiyle aradığım, almak istediğim hiçbir kitabı bulamadım.
Zaten çoğu kitap tezgahlarda 1,2,3 liraya satılıyordu ama hiçbiri de nitelikli değildi. 
Alınabilecek değerde olanların da fiyatları sanıldığı gibi uygun değildi. 
Böylelikle sadece o atmosferi solumuş olup birkaç bir şeyle ayrıldım, sahaflardan.


İnci Aral'ın Unutmak'ını merak ediyordum, bir de gezinirken eski dergilere de rastlamak mümkün. "Varlık" dergisinin "Atatürk" temalı 1 Kasım 1958 tarihli sayısını aldım, fotoğrafta tam gözükmüyor.
"Çavdar Tarlasında Çocuklar"ı daha önce bir kitapçıdan almıştım ama daha sıra ona gelmedi :)
Ve son olarak bu güzel, blog temama uygun defteri de geçen hafta D&R'dan aldım, yazılmak için bekliyor :)

Elbette ki günümüz Sahaflarla bitmedi, sonrasında İstiklal'e çıktık. Çok meşhur beyoğlu çikolatasından yedik ve ben birkaç gelenekselleşmiş objeyi fotoğrafladım :)